Alman filozof ve siyaset bilimci Hannah Arendt, milyonlarca Yahudi’nin toplama kamplarına gönderilmesinden sorumlu olan Karl Adolf Eichmann’ın Kudüs’teki yargılanma sürecini ele aldığı kitabı Kötülüğün Sıradanlığı’nda ülkesini “dehşete düşüren” bir tespit yapar. Arendt’ın duruşmalardaki gözlemlerine göre Eichmann bir sadist değil, aksine korkutucu derecede normal bir insandır. Muhakeme yetisinin kaybolmasıyla kötülük sıradanlaşır, ahlaki çöküş bütün toplumu sarar. Arendt Holokost’u daha önce kimsenin yapmadığı şekilde yazma cesaretini gösterdiği için hedef tahtasına oturtulur. Yakın çevresini bile karşısında bulur. Peki gerçekten nasıl oldu da 6 milyon Yahudi’nin sistemli bir şekilde katledilmesinde “birileri” gönülden çabaladı ve kötülüğü sıradanlaştırabildi?
The Zone of Interest işte o “birileri”nden Auschwitz komutanı Rudolf Höss ve ailesinin hikayesi. Höss, Nazi dehşetinin sembolü olan Polonya’daki Auschwitz toplama ve imha kampında en uzun süre görev yapan isimdi. Film kampın hemen yanı başında, yüksek duvarlar ve çitlerle çevrili masal gibi bir evi mesken tutuyor. Duvarın ardındaki kan donduran atmosferi tüyleri diken diken edecek derecede sıradanlaştırmış Rudolf Höss, eşi Hedwig ve beş küçük çocukları neşe içinde nehirde yüzüyor, ormanda yürüyüş yapıyor, Yahudilerin küllerinin gübre olarak kullanıldığı bahçede ve kaydıraklı havuzda keyif yapıyor, komşularını ağırlıyor ya da zengin sofralarının tadını çıkarabiliyor.
Cadıyı fırında yakan Hansel ve Gretel’in masalını küçük kızlarına okuyan “aile babası” Rudolf, sadece birkaç saat sonra tek seferde nasıl daha fazla Yahudi’yi yakabileceğini tasarlayan bir soykırımcıya dönüşüyor. Yakınlardan yükselen çığlıklara, alevlere, silah seslerine değil de kuş seslerine kulak kabartan, leylakları zarar görmesin diye talimatlar yağdıran komutan, doğaya ve ailesine olduğu kadar köpeğine ve atına da büyük bir şefkatle bağlı. “Auschwitz kraliçesi” dediği eşi Hedwig de yaşadığı yuvayı öylesine benimsemiş ki tayin zamanı geldiğinde dünya başına yıkılıyor, mutlu ve sıcak evini terk etmek istemiyor. Varlıklı bir Yahudi’nin kürkünü sırtına geçirip yarım kalan bir kırmızı ruju dudaklarına keyifle süren Hedwig, Yahudi hizmetçilerini aşağılayıp tehdit ederek geçiriyor günlerini.
Açılış sahnesinden itibaren seyircinin sabrını sınayan yönetmen Jonathan Glazer, tüyler ürpertici gerçekleri doğrudan seyirciye göstermeden, sadece bu evde yaşananlara odaklanarak anlatıyor hikayesini. Öyle ki şiddet sadece tek bir sahnede o da sözlü olarak kendini gösteriyor. Kimsenin kendini suçlu hissetmediği ev metaforuyla aslında düşünme yetisini kaybetmiş koca bir ülkenin içine düştüğü toplu delilik halini gözlemliyor. Bu rüya evin tepesine yağan küller de kampın bacalarından yükselip masmavi gökyüzünü kaplayan kara duman da son derecede normal geliyor ev halkına. Tek dertleri yükselen ağır koku olan bu evde neyse ki pembe döşeli çocuk odasının penceresinden bile görülebilen dehşetten rahatsızlık duyan, o perdenin ardına bakma cesaretini gösterebilen biri var. Rengarenk çiçeklerle örtülmek istenen canilikleri henüz sıradanlaştıramamış birisi.
Jonathan Glazer’ın Under the Skin‘den 10 yıl sonra sinemaya döndüğü The Zone of Interest, Martin Amis’in aynı adlı romanından uyarlandı. Filmde oyunculuğu ile öne çıkan isimse Sandra Hüller. Hedwig karakterini kusursuz oyunculuğuyla canlı kılan Hüller, sinir uçlarına sık sık dokunarak sıradan kötülüğün gerçekçi portresini çiziyor. Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödül dahil 4 ödül kazanan film, 10 Mart’ta dağıtılacak Akademi Ödülleri’nde de İngiltere adına En İyi Uluslararası Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Uyarlama Senaryo da dahil 5 kategoride Oscar için yarışacak…